Öncelikle baştan kabullenmemiz gereken bazı hususlar var. Nedir bunlar?

  1. Hava atmayı seviyoruz.
  2. İnsan olarak rasyonel bir varlık değiliz. Duygularımızla hareket ediyoruz.

Tüm bu yazı, temelde bu iki ön kabul üzerine oturuyor baştan belirteyim!

Öncelikle doğa uzaktan ne kadar hoş görünürse görünsün, burada orman kanunlarının geçerli olduğunu asla aklınızdan çıkartmayın. Diğer taraftan da unutmayın ki zaten Türkiye gibi bir ülkede yaşıyoruz ve yaşadığımız şehirlerde de aşağı yukarı aynı kanunlar geçerli. Gizemli ve zorluklar içeren bir havaya büründürüp hava atmaya gerek yok. Çok da yabancılık çekmezsiniz yani. Şöyle örnekleyecek olursak; bir tarafınıza bir dal parçasının girme ihtimali veya bir ayının ya da öfkeli bir yaban domuzunun götünüze ipotek koyma ihtimali; şehirde sevgilinize tatlı sözcüklerinizi sıralarken yanı başınızda bir bombanın patlaması ya da başınıza ansızın bir saksının düşebilme ihtimaliyle aynıdır. Hepsinden kurtulsanız, kaldırımda yürürken bir arabacı tarafından öldürülürsünüz…

Bu kısa reel survivor bilgisinden sonra yanımızda neler getirmemiz gerektiğine geçelim. Öncelikle kendinizi getirmeyi unutmayın! Bu bir espri değil, kendinizi sadece kendinizi getirmeyi unutmayın! evden çıktığınızdan emin olun ve modern dünyada kazandığınız hiç bir alışkanlığın ve dahi bir çok bilginin burada işe yaramayacağını kabul edin!

“BMW GS olmazsa Nepal’e gidilmez” tayfası gibi, “Husky olmazsa kamp “atılmaz”” tayfasından duyduğum korkunç çıkarımlar var ki; bu arkadaşlar doğa aktivitelerini de kurumsallaştırma çabası içindeler. Derler ki; “Akademik düzeyde eğitimlerden geçmeden asla doğaya çıkmayın!” Bunu neden yaparlar? -Çünkü demek istiyorlar ki; “bu tehlikeli ve zor bir iştir ve bunu ancak bizim gibi cesur, gözü pek, akıllı insanlar yapabilir; siz ancak bizden ders alarak bunu bir nebze de olsa deneyimleyebilirsiniz!” (bkz. Madde 1: Hava atmayı seviyoruz.) 

Belirli bir yere kadar (ki o yer genellikle ilk iki cümleden ibarettir) bu görüşe katılabilirim. Pratik bilgilerin akılda tutulması gerekir, bu doğru! Ancak daha işin başında doğaya kurumsal yaklaşmanın bizatihi kendisi tehlikelidir. 

“Bilmem ne Doğa Akademisi” ve türevlerinin size verebileceği tek şey; nelere göğüs germek zorunda kalabileceğiniz ve ne tür acılar çekebileceğinizi göstermektir. Başka da bir işlevi yoktur. Çünkü ezberlenmiş ve not tutulmuş kuralların hepsi doğada bir bir çöker. İnsanın bu anda kendi öz mantığı, düşünme yeteneği çok daha önemlidir. İnsanın kendi öz becerisinden ve ruhsal öz güçlerinden vaz geçerek, doğaya özel bir takım eğitimlere tabi olması ve sonunda aldığı belgeler, insanı doğaya yaklaştırmaz tam tersi spor endüstrisine teslim eder!

Gerekli ekipmanların belirlenmesi, gıdanın yeterlilik hesaplaması; kurt- ayı bölgesinin saptanması, gözün dört açılması nicel bir hazırlık düzeyinde olduğunuzu belirtir ancak vahşi doğa kampına tek başınıza çıktığınızda asıl sormanız gereken sorular bambaşka olacaktır! 

Siz söylediğiniz kişi misiniz? Her şey yolunda değilse ne yaparsınız?

Siz söylediğiniz kişi misiniz?

Karanlık bir ormanda taklit yapamazsınız, yalan söyleyemezsiniz; şehirdeki sanal, sosyal yarışınızda size mesafe kazandıran kibriniz, karanlık bir ormanda sadece ayak bağınızdır. 

Tek başına kamp ve korkularımız

Kendinizden başka duyacağınız kimse yoktur ve orman kendinizi duymaya zorlar ve bundan korkabilirsiniz; bütün iletişiminizi kopardınız, çalışmalarınızı, çekişmelerinizi kısaca sizi oyalayan ne varsa geride bıraktınız. Duyduğunuz şey artık salt sizsiniz ve korktuğunuz şey aslında kendiniz…

Yılların verdiği tecrübe ile tek başına bu etkinliği gerçekleştiren insanlar tanıyorum, korkularına hakim olamadıklarını; zaman zaman garip duygulara kapıldıklarını söylerler. Motosiklet kullanmak gibi; ne kadar tecrübeli olursan ol mutlaka düşersin ya da mutlaka seni birisi geçecektir. Rossi’yi bile geçen varken “ben çok iyi viraj yaparım” diye böbürlenmenin ya da virajın kötü diye hayıflanmanın bir anlamı yok! (bkz. madde 2: rasyonel varlıklar değiliz)

Ama bilin ki nesnel korkunun ortadan kalktığı yer biraz önce bahsettiğim zindansı karanlıktır, dolayısıyla kesinlik yoktur. Sessizlik kendinizi duymanız için üzerinize baskı kurar. İşte bu oldukça gizemli bir deneyimdir! Korkunuzu akılcılaştırmak için sürekli dışarıdaki seslere dikkat kesilirsiniz, mantıklı düşünceye çabalarsınız… Ama unutmayın; yıllarca aldığımız o üst düzey akademik eğitimlerimizde bir tavşanın ayak sesini öğrenmedik. Yüksek lisanlarımızda gece kırılmış dallar üzerinde yürüyen bir kaplumbağanın sesini duymadık! Gece gündüz ısı farklarından oluşan mekanik kırılmalarla ilgili hiç bir bilgimiz yok ya da yaşadığımız siteler içerisinde seslerini hiç duymadık! Zifir bir karanlıkta sadece beyninizdeki düşüncelerle kaldığınızda bu seslere nasıl tepki vereceğinizi düşünüyorsunuz?! O sesleri akılcılaştırma çabalarınız oldukça uzun bir zaman alacaktır! Ayı veya kurt bölgesinde değilseniz, duyduğunuz ses sizi parçalamaya gelen bir hayvan değildir. Alt tarafı düşen bir kozalak/dal parçasıdır… İşte; bunu son anda kavramanın verdiği rahatlık.

Tek başına gerçekleştirilen kamplardaki korkunun asıl nedeni teknik yetersizlik değildir. Önemli etkenlerden birinin “tecrübe” olduğu doğru ama orman kanunlarının gün gibi ortaya çıktığı anda ezber bozulur. 

Unutmayın ki doğada önceden hesaplanması zor kurallar var, ustası gelse nokta atışı yapamaz; savunma içgüdüleri önceden hesaplanamaz. Doğada tehlike şimşek gibi ansızın çakar; yazılı her kuralı uygulayamaz, zaten yazılı kuralların çoğu da çalışmaz. 

Mizacınız özgür doğanın ortasında serbesttir.

Tak başına kamp ve korkularımız

2400 metre irtifada kaybolduğumda aklımdaki tek şey “sakin” olmam gerektiğiydi. Ancak buna mizacınız uygun değilse bu kuralı kesin olarak çiğneyeceksiniz çünkü karakteriniz kuralları tanımaz. Serinkanlı mizacınız varsa da direktif almadan da aynı şeyi yapacaksınız. Okuduğun ya da aldığın tavsiyelerin gerçekten işe yarar olanları da zaten senin serinkanlı, rasyonel mizacının kendiliğinden ortaya çıkardıklarıdır. 

Ne kadar çok teorik bilgi toplarsan topla doğanın sert kurallarında çok çabuk unutulur ve bu kurallar çiğnenir. Elbette hangi ekipmanların gerektiğinin, ateş yakmanın ve tehlike henüz ortaya çıkmadan önceki önlemlerin bilinmesinde yarar var ama çok daha önemlisi sahip olduğunuz mizacınızdır.

Mizacınız özgür doğanın ortasında serbesttir.

Denir ki “teorik bilgilerle yola çıkmayın”! Oysa araştırmalarınızın neticesinde elde ettiğiniz bilgiler de sözde almanız gereken eğitim de aynı oranda teoriktir. Şartların her an senden tamamen bağımsız bir şekilde çok hızlı bir şekilde değiştiği bir zindan karanlığında neyin pratik çalışması? 

Bilgisiz gitmenizi asla önermiyorum ama özel hazırlıklar gerektirdiğini iddia edenlere kulak asmayın. Edinmeniz gereken ulaşması kolay birkaç bilgi, bir iki kural var; rota belirleme, harita okuyabilme, yön bulma yetisi, ilk yardım, bölgenin hangi hayvanlara ev sahiplik yaptığının araştırılması, çadır kuracağınız noktanın yabancılardan saklanması, ihtimal ve koşullar için gıda takviyesi yapılması, mümkün mertebe şebekenin çekmesi ya da şebekenin çektiği noktaları tespit etmek gibi… Ama bu önlemlerin eksiksiz yerine getirilmesi de bir aksilik çıkmaz demek değil. Önemli aksiliklerin ortaya çıkmaması için ateş yakmanın kurallarını ve çeşitli şartlara göre farklı metotları; hayvanları uzak tutmanın yollarını bilmelisiniz! Bu ve benzer bilgileri kitaplardan da alabilirsiniz, çeşitli bloglar da ulaşabilirsiniz. 

Örnek olarak elinizdeki lümeni yüksek fener, doğada aynı zamanda bir silahtır, bir hayvanın direkt gözlerine tutarsanız size hırlayan hayvanın görüşünü keser. Ancak savunma güdülerinizin otomatik start verdiği an, aldığınız taktiklerin de unutulduğu andır. Hayatta kalma güdüsü direncinizi yükseltmek için acı skalanızı da yükseltir, acının çoğunu tehlike geçtikten sonra duyarsınız, bunlar hesaplanamayan güdü ataklarıdır. Dolayısıyla fenerle ilgili bu bilgi ya da sokakta kedi köpek üzerinde sözde yaptığınız pratiğin doğada hiç bir anlamı olmayacaktır! Ta ki biraz önce bahsettiğimiz mizaç konusuna gelene kadar. Hepsi birer teorik bilgidir ve bunu ortaya çıkaracak pratiğe dökecek olan da mizacınızdır.

Benim bu hikayelerimi ilk defa duyan insanların “abi yanına tüfek alsana” dediğini çok duydum! Kendisi, evinde olan ve sürekli kullandığı tüfeği falan kullanırmış, komik! Nice insanlar tanıyorum, bir hırlamayla tüfeğini atıp koşmaya başlayan! Bir hayvanın sadece var olabilme ihtimalinden korkup doğaya tüfek götüren insan; herhangi bir güdü atağında silahını eline alacak, mermiyi namluya sürecek, emniyeti açacak, kaldırıp nişan alacak da ateş edecek, cidden komik!

Kimse sizi cesaret sahibi yapamaz

Yazılı temel kuralları kendi çabalarınızla edinebilirsiniz. Ama öğrenmeniz gereken ilk kural kimsenin sizi cesaret sahibi yapamayacağıdır. Öğrendikleriniz cesaret sahibi olmanız için değil, vahşi tehlikelerin ortaya çıkmaması için alınan önlemlerdir. Asıl hata, bu önlemlerin bilinmesiyle korkunun ortadan kalkacağı inancıdır! 

Aklınız başınızda ise kendinizi vahşi acımasız pençelerde bulmamak için bir önlem listesi okumak isteyeceksiniz; ne var ki listenin harfiyen uygulanması gerekiyorsa da garanti alamayacaksınız, yani cesaret ile aptallık arasındaki çizgi kalın değil oldukça incedir. 

Son olarak rahatlıkla erişebileceğiniz bir dizi bilgi ve birkaç malzeme ile kolları sıvayabilirsiniz. Öz becerilerinizi, düşüncelerinizi çalıştırmaya zorlandığınızda yeni bir şey yapmaya başlayacak o da gelişmeye başlayacaktır. Doğayı yakından seviyorsanız endişelerinizin yerini zamanla keyif alacaktır. 

Doğa, yaklaşmadan önce çok ciddi eğitimlerden geçilmesi gereken yer değil, ait olduğunuz yerdir. Gün geçtikçe keşfetmeye, ihtiyaç duydukça geliştirip yoğurmaya başlarsınız. Bu eğitim size aittir, onu kimse size veremez; siz de bir başkasına veremezsiniz. Ancak küçük uyarıcı taktikler aktarırsınız o kadar.

Yazar Hakkında

İlgili Yazılar

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.