Son zamanlarda hayatım için yaptığım en güzel şeylerden biri “gereksiz ayrıntıları” hayatımdan uzaklaştırmak oldu. Ne kadar kaçmak istesem de nesnel şartlar gereği modern dünya ile iç içe geçmiş hayatımda bir nebze olsun soluk almak için tüm gereksiz ayrıntıları tek tek hayatımdan çıkartmaya başladım. Sanırım chopper’ı bırakıp bir dual-sport, adventure makinaya geçmemin de sebebi bu biraz… Aynamın şekli, manetlerimin formu, gidonumun genişliği vs derken keşfetme duygumun, özgürlüğümün hadım edildiğini düşünmeye başladım.

Antalya’nın Elmalı ilçesinde Çığlıkara bölgesinde kamptayken düşündüm tüm bunları; ezberlediğim asfaltlarda bir aşağı bir yukarı gitmek, o virajlarda adrenalini hissetmek güzel ama dünyanın en büyük, en güzel Sedir Ormanları burnumun dibindeyken, ona hiç dokunamamak, hissedememek de büyük bir kayıp değil mi?

Uzun uğraşlar sonucu, özel izinler alarak giriş yaptığımız ve 2 gün boyunca bize ait hissettiğimiz Elmalı Sedir Araştırma Ormanı’ndan bahsediyorum. Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarının bulunduğu yerden… 2000 yıllık ağaçlara kulağını dayamanın ve gördüklerini anlatmasını istemenin hazzından bahsediyorum. Mısır firavununa yazılan mektupta, “Orası göğü tırmalayan sedirlerle kaplıdır.” denilerek tanımlanan Batı Torosların en yüksek yeri Kızlarsivrisi eteklerinde, yılkılarla beraber demir atımı koşturmaktan, 2000 metre irtifada kaybolmaktan ve bunun heyecanından bahsediyorum…

Sedir Ağacı Araştırma Ormanı Konumu

Çığlıkara Ormanları ve Sedir Ağacı Araştırma Ormanı Beydağları ile Akdağ’ın tam ortasında, Kohu Dağı’nın eteklerinde yer alan ve Tabiatı Koruma Alanı’na dahil gizli bir vadi. Dünyanın en büyük sedir ağacı potansiyeline sahip olan bu alanlar yine kendine özgü iklimiyle bin bir çeşit canlıya da ev sahipliği yapıyor. Baştan altını çizelim ki yerleşim alanı olmayan bu bölgeye sadece özel izinle girilebiliyor. Hatta Çığlıkara Ormanı’na motorlu bir araçla girmek kesinlikle yasak. 

Ormana adım atar atmaz, koca sedir ağaçları tüm ihtişamıyla tüm tarihi önünüze bir bir seriyor! O an anlıyorsunuz vaktiyle en hızlı gemilerin neden Antalya’dan çıktığını… Süveyş Kanalı’nın, yapımında yuttuğu yüzbinlerce ton sedir ağacının buradan gittiğini; Romalı General ve devlet adamı Antonius’un Antalya ve çevresini armağan ettiği Kleopatra’nın ünlü gemisinin de, Barbaros Hayreddin Paşa’nın donanmasının da buradan çekilen sedir ağaçlarıyla yapılmış olduğunu, Hicaz Demiryolu için buradan sedir çekildiğini düşünüyorsun… Sedir ağaçlarının tarihinden ve öneminden sonra bahsedeceğim.

Kutsal kitaplarda sedir ağacı; büyüklüğün, kuvvetin şan ve şerefin, kraliyetin, maneviyatın, şiddetin, takdirin, zenginliğin, yayılış kudretinin sembolü olarak kabul edilmiş ve Çığlıkara Ormanları’na girer girmez o ihtişam karşısında ne yapacağınızı bilemiyorsunuz, eliniz ayağınıza dolanıyor bir anda. 1000 yaşındaki kudretli sedir ağaçlarının gücünü iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Artçım Necmiye Öztürk ile kampımızı kurmak için seçtiğimiz alan, buradaki doğal hayata zarar verecek bir alan değildi. Orman İşletmesinin bazı binalarının da bulunduğu bir alanda kampımızı kurduk ve hızlı bir şekilde bu ormanı elimizden geldiği kadarıyla keşfetmek için yola çıktık. Yüzlerce yıllık sedir ağaçlarının eşsiz kokuları, Elmalı yaylasının sert havası ve kuş sesleri arasında Doğu’ya doğru tırmanışa geçerken bir yandan da düşünmeden edemiyorsunuz; “Bu ağaçların bazıları 2000 yıllık ağaçlar. Kendi başlarına 2000 yıl boyunca yaşadılar ve bugün biz onları “korumak” zorunda kalıyoruz! Neden?”… Nedeni basit aslında ama bir insanlık eleştirisi vermeyeceğim burada.

Tırmanışımızın bir noktasında sedir ağaçları bıçakla kesilmiş gibi bitiyor ve Batı Toroslar’ın en yüksek zirvesi Kızlarsivrisi ansızın karşınıza dikiliyor. Bir yanda Kızlarsivrisi’nin heybeti, diğer yanda bir anda yerini çıplak araziye bırakan ormanın kaçarcasına arkanızda kalmasının ürkütücülüğü sizi mıh gibi çiviliyor oraya… 100 metre geride tüm kudretiyle sedir ormanı, 100 metre sonra Kızlarsivrisi’nin heybeti altında yolsuz, izsiz düzlükler…

Kızlarsivrisi’nin eteklerine doğru yaklaşırken bir anda karşımıza yılkılar çıkıyor. Onlarla beraber biz de demir atımızı koşturuyoruz. Yılkılarla beraber at koşturmak bu hayatta sadece filmlerde ya da reklamlarda görebileceğim sahneler arasındaydı sanırım, şimdiyse onlarla beraberim…

Sedir Ağaçlarının Altında Milyon Yıldızlı Bir Tatil

Yaklaşık 1400 metre irtifada, Elmalı Ovası’nın üzerindeyken mevsimin adına aldanmamak gerekiyor. Güneş batar batmaz hava 10 dereceye düşüyor ve saat ilerledikçe düşmeye devam ediyor. Bunu bildiğimiz için bir an önce kampa dönüp artık su bulmaya çalışmalı ve akşam yemeğimizi harlamaya başlamalıyız.

Kamplarımda hiç bir zaman konformist bir tavrım olmadı ama zorunlu olmadıkça iptidai şartlarda bir kamp da yapmak istemedim. Zaten iyi bir planlama ile motosikletinizle taşıyamayacağınız kamp malzemesi olmuyor. Tüm kamplarıma; 3 günlük yiyecek, 7 kişilik çadır, 2 kamp sandalyesi, 3 uyku tulumu ve matları, 1 kamp masası ve gerekli alet edevat (kamp mutfak ekipmanları, ilkyardım malzemeleri, motosiklet tamir kiti vs) ile gidiyorum. Artçım da ben de bu durumdan şikayetçi asla olmadık. Ancak her zaman su sorun oluyor. Yanımızda götürebildiğimiz sadece 5lt su; o da ne kahvemize ne yemeğimize ne de içeceğimize yetiyor.

Sedir Araştırma Ormanı’nda bir çeşme vs bulunmuyor. Suyunuzu ormanın Çamkuyu mevkinde 1960’da açılan ve Şam Kuyu adı verilen kuyulardan çekiyorsunuz. Kaynatmaya gerek olmadan direk kuyudan çektiğiniz suyu tüketebilirsiniz. Tabi “herkes kendi riskini alır” diyerek önleminizi de alabilirsiniz ancak biz gerek duymadık. Yolunuz buralara düşerse eğer ve Şam Kuyu’dan su çekerseniz, kuyunun hemen yanında bulunan yalaklar için de lütfen 5-6 bidon su çekin. Anladığım kadarıyla yaz aylarında burada bulunan hayvanlar için büyük bir nimet bu.

Yine kamp için gittiğimiz bölgelerde daha önce “ocak” olarak kullanılmış yerlerde ateş yakmayı tercih ediyoruz. Ancak bu duruma çok fazla özen gösterilmiyor sanırım; 2 çadır izinde 6 ocak gördüğümüz zamanlar da oldu. Her gelen ayrı bir yere ateş yakarak toprağı öldürmeyi tercih etmiş. Neyse biz var olan bir ocağı düzenleyerek, altına küçük taşlar sererek toprağın daha da yanmasını engellemeyi tercih ettik.

Kurban Bayramı ertesinin tüm nimetlerinden faydalanarak hazırladığımız akşam yemeğini sedir ağaçlarının altında yerken bu bölgeye neden Çığlıkara dendiğini de anlamış olduk… 

Çığlık Çığlığa Bir Orman

Sedir ağaçları yapısı gereği katmanlardan oluşur ve bu katmanlar birer yelpaze gibi yere paraleldir. Bu dallar esen rüzgarları bir anlamda keserek yarıyor ve yükseklerde şiddetli olan bu rüzgar kesildiği zaman devasa bir çağlayan ya da çığlık çığlığa bir sese dönüşüyor. Siz de gecenin o karanlığında bu çığlığı aramaya başlıyorsunuz.

Asıl Keşif Şimdi Başlıyor

Gece 4 derece ile kapattığımız günü sabah 7:30’da 6 dereceyle açıyoruz… Bir kamp klasiği; ateşi hemen harla, kahve suyunu koy, patatesleri soymaya başla, menemene hazırlık yap. Bizde böyle; kamp kahvaltısı önemli… 

Hızlı bir şekilde kahvaltımızı tamamlayarak tekrar ormanı keşfe çıkıyoruz. Bu sefer Batı’ya doğru süreceğiz; ardından, gelirken gördüğümüz bir patikadan Güney’e doğru ilerleyeceğiz…

Ormanın Dede Ağaçları; Şah Ardıç ve Koca Katran’la Sohbet

İlk uğrak yerimiz Şah Ardıç. Kendisi tam olarak 1000 yaşında… Yani boynunu yeryüzüne uzattığında yıl 1017… 1017 diyorum… 1071 Malazgirt Savaşı; Yani Türkler Anadolu’ya girmeye başladıklarında Şah Ardıç 54 yaşındaydı… Kendine hakim olamıyorsun, kullağını dayıyorsun o koca cüsseye “anlat” diyorsun, “anlat…”

Şah Ardıç ile sohbetimiz oldukça etkiledi bizi ama ayrılarak Güney’e doğru ilerlememiz gerekiyor. Arkamızda iki dağ bırakarak yola devam ediyoruz; ta ki Koca Katran bizi karşılayana kadar… Şah Ardıç’tan daha yaşlı ama daha genç görünen Koca Katran’la biraz geçmişe gidiyoruz… Hititlerden bahsediyor, en büyük saygıyı o zaman gördüklerinden… Erkek tanrıların kaybolduğunda, bulunmasına yardımcı olduklarından bahsediyor bize uzun uzun…

Hititler, Toros sedirini dinsel törenlerinde tütsü olarak da kullanıyorlardı. Tanrıları kaybolduğunda da evlerinin önündeki yolda güzel kokulu bitkileri yakarak onları cezp etmeye çalışırlardı. Koca Katran’ın anlattığına göre Kral Murşili, kaybolan Bereket Tanrısı Telepinu’yu geri getirmek için (yani kıtlığı önlemek için) yaptığı duada: “Sedir ağacının tatlı kokusunu duy, evine, toprağına geri dön. Bunlar seni getirsin..” diyerek sedir ağaçlarının o güzel kokusunu kullanmış. 

Yine sedirle ilgili bir Hitit metninde: “Rahip, krala sediri verir…Su kabını alır… Suyu sedir ağacından kralın ellerine döker.” denmekte, ayrıca Kraliçe Puduhepa’nın, Arinna şehrinin Güneş Tanrıçası’na ettiği bir duada, Anadolu’nun sedir memleketi haline getirildiği belirtilmekte. Bu metinden hareketle ,Hititlerin sedir ağacına olan sevgileri ve onu tanrıyla özdeşleştirmeleri dolayısıyla Hitit çekirdek bölgesinde doğal olarak yetişmeyen ağacı bu alanlara getirerek diktikleri gibi bir sonuca da ulaşabilir.

Koca Katran’ın anlattıkları bununla da bitmiyor; Demir çağında, Ortadoğu’nun süper devleti konumuna gelen Asur devletinin kralı III.Tiglath Pileser, Suriye seferinde topladığı ganimeti kullanarak kendisine sedir ağacından bir de saray inşa ettiriyor.

Sedir ağaçları Hititlerle de sınırlı kalmıyor. Sümerlerin Gılgamış destanında da adı geçiyor: “Dağ oğlu Enkidu’yu yüreklendirdi gılgamış / kırkbeş okkalık balta, otuz okkalık kılıçlar / ve sediri kesti. bağırdı Humbaba uzaktan / korularıma saldıran kim, kimdir sedire dokunan?” 

Kaybolmak İşten Değildi Zaten

Koca Katran’la sohbete doyum olmuyor ama daha keşfedilecek yerler var. Sedir Araştırma Ormanı’nda bulunan tüm anıt ağaçları görmek istiyoruz. Bu nedenle ormanın derinliklerine doğru ilerliyoruz. Yol gittikçe kötüleşiyor, dikleşiyor… Biz yine de bu ihtişamdan kendimizi alamıyoruz ve ormanda tırmanmaya devam ediyoruz. Asfaltta olsak highside olacak bir pozisyonda, arazide olduğumuz için lowside olup düşüyoruz. Ekipmanlarımız tam olmasa da o düşme için bizi koruyor… İkimizde de hiç birşey yok, yılmak da yok; keşfetmeye devam…

Tırmanışın sonunda bir anda yine bıçakla kesilmiş gibi orman bitiyor ve çıplak arazi bizi karşılıyor. O an 2000 metre’nin üstünde olduğumuzu farkediyorum. Sedir ağaçları 1200-2000 metre aralığında olur… Altimetremi kontrol ediyorum, evet 2000 metre üzerindeyiz. Arazi şekillerinin birbirini bu kadar taklit ederek bizi bu kadar yanıltabileceğini hiç düşünmezdim… Ben ısrarla o istikametin Kızlarsivrisinin batı yamacına bizi götüreceğini söylüyorum, “arazi şekilleri 1 gün önce gördüğümüz şekillerle aynı” diyorum ve devam ediyorum. Ancak her bir tepenin ardı başka bir tepe ve izler bizi sürekli olarak güneybatı’ya yönlendiriyor. Son tepede Elmalı Ovası’nı ve Göltarla’yı tepen görünce kamp yerimizin tam aksi yönünde ilerlediğimizi anladık ve artık emindik kaybolduk!

Kendi izlerimizi takip ederek tekrar bildiğimiz bir orman yoluna girdiğimizde artık benim için mola verme zamanı, artçım Necmiye Öztürk için ise offroad pratiği yapma zamanıydı…

Adem ile Havva’dan Olma Sedir Ağacı

Dünyanın en büyük sedir yayılımı Türkiye’de bulunuyor. Buna rağmen 

sedir diyince akla ilk gelen Lübnan’dır ancak şu anda Lübnan’da sadece 7 hektarlık bir alanda, 2 bin 500 yaşında olduğu tahmin edilen 400 ağaç bulunuyor. Bu ağaçları da zaten Lübnan askeri koruyor. Peki Lübnan’ın parasının ve bayrağındaki simgesinde neden Sedir var? -o da şu efsanede yatıyor;

Havva ile birlikte cennetten kovulan Adem iyice yaşlanmıştır ve öleceğini hisseder. Tanrı’dan kendisini ve tüm insanlığı bağışlamasını dilemeye karar verir. Bu amaçla üç oğlundan birini cennet bahçesine gönderir. Bahçenin bekçiliğini yapan melek, Adem’in oğlunun duası üzerine iyi – kötü ağacından aldığı üç tohumu ona verir ve öldükten sonra babasının ağzına koyup öyle gömmesini söyler. Adem ölür ve şimdi Lübnan’ın bulunduğu topraklara gömülür. Ve Adem’in ağzından yeşeren üç tohumdan Akdeniz ikliminin simgesi üç ağaç filiz verir: Zeytin, servi ve sedir… Sedir ormanları tarihte en geniş yayılımını Lübnan’da yapmıştı, efsanenin çıkış noktası belki de budur. Ama Lübnan’daki sedir varlığı Fenikelilerle başlayıp Assur, Babil ve Pers döneminde süren tahribatlarla bitme noktasına geldi.

Kampı bitirip geride sadece ayak izlerimizi bırakıp bölgeden ayrılırken düşünüyorum; Buralara serbest girişin yasak olması sayesinde bugün varlığını koruyan bu alanı herkese tavsiye edememek kadar acı bir şey yok sanıyorum.

Ama yine de bu bölgeyi bu kadar sahiplenerek koruyan Orman Bölge Müdürlüğü’ne ve özellikle Sedir Araştırma Ormanı Şefi Neşe Cılız’a sonsuz teşekkür ediyorum.

Yazar Hakkında

İlgili Yazılar

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.